22 Ağustos 2010 Pazar

Soyum.

Kadın evinde çıplak gezinmeye başladı. Yatağın üzerinde duştan sonra giyilmek üzere bekleyen iç çamaşırları ve giysileri hazırlamıştı oysa. Hoşuna gitti, havluyla bile kurulanmadan kendi nefesini akıttığı evinde, yine kendi nefesinin ve evinin sevişen havasıyla kurumaya bıraktı bedenini. Damlalar bedeninde kah akıyor keyfine bakıyor, kah sağa sola yalpalanıp nereye akacağını şaşırıyordu. Pek haksız değildi özellikle kavisli bölgelerdeki damlalar, hafif heyecanlıydılar. Sonra koltuğa da oturmadı kadın, yere uzandı. Hissetmeye koyuldu televizyonu açmadan evvel; olan bitenleri, içerisini ve dışarısını hissetmeye koyuldu.

Sonra, tuhaftır, yanında kendisi gibi yere uzanan adamı fark etti. Konuşmadılar.

Çıplaklık… Ne zaman giyinmeye başladık? Önceleri soğuktan korunmakken amaç, insanlardan korunmak için giyinmeye ne zaman başladık. Peki ama neden? Giyinmekle ayrılmadı mı sonrasında tüm fikirler. Herkes fikrine göre giyinmedi mi, yaşına göre ya da, işine göre, hatta mezhebine göre giyinmedi mi? “Görmesinler” diye giyindik en önce. Peki ama neyi? Herkesin bedeni aynı anatomik yapıya sahipken görmememiz gereken ne? Hatta kadın ve erkek birleştiğinde bir bütün olabilirken, neyi görmüyoruz? Bir yazar şuna yakın bir şey söylüyordu: “hayalimizdeki bedenle gerçek beden arasındaki farklılıktır zihnimizdeki bilinmezliği yaratan. İşte bu bilinmezlikle merak uyanır ve sonrasında hazza yönelme.” O halde gerçek imgeleri tam olarak gördüğümüzde hazzın sona ermesinden mi endişe ediyoruz? Yani o’nun bedenini ‘tamamen’ gördüğümüzde bilinmezlik yok olup arzu sona mı erecek? Hatta belki insanlar bu yüzden mi boşanıyor? Hatta belki de, bu yüzden mi sevişirken bile küçücük örtüler oluyor ipten bile olsa?

Zihinlerimiz yönleniyor giysilerimizle, istenen yöne doğru evriliyoruz giydiklerimizle. Evet, evrilmek! Bebekken yumuşak ve minik giysiler, sıcaklık uyandıran; çocukken olanca gücüyle renkli, saf ve yaratıcı ruha göndermeler; okula giderken kurallar taa giysilerden aşındırıyor beynimizi; ciddiyet uyandırmak için göğsümüzü kapatıyoruz olanca gücüyle, heyecanlarımız gizli; sevişirken açıyoruz en çarpıcı yerlerimizi, fışkıran enerjimiz bir engele takılmasın; korkutmak içinse diğerlerini, omuzlarımıza gösterişli şeyler iliştiriyoruz ya da kafamızı kapatıyoruz fikirlerimiz gizli kalsın diye, belki “düşman kuvvetler” görmesin diye; haşmetli “kutsal” bedenlerse uzun ve gösterişli entarilere bürünüyor, enerjileri bir yere dağılmasın endişesiyle…

Soyunmak istiyorum, giysilerime göre düşünmemek, soyunmak…

3 yorum:

  1. giyinmek aslında ilkel insandan beri süregelen bir eylem, önceleri korunmak için örtünse de insan , zamanla dini öğelerin gelişmesiyle-ki adem havva tasvirlerinde de mahrem yerler örtülmüştür,yani toplumun evrilmesiyle giyim kuşamda paralel olarak gelişmiş, değişmiş , belki de yakındığın gibi kategorize edilmiş.Tamamen giysisiz bir toplumu düşündüğümüzde cinsel içerikli suçların artacağı kanısındayım ben ,çünkü bu evriliş içinde özellikle erkek cinsiyette açıklığa olan ilgi artmıştır.Aslında çıplaklık adapte olunacak bir olgu, çünkü her ne kadar o merak hazzı körüklese de ..güneşe çıkan gözler gibi bir süre etkiledikten sonra tekrar normale dönecektir çıplak bir karşı cinsi göreni..
    Tabii bi de çıplak bir kadın estetik görünse de çıplak bir erkeğin aynı sanatsal bütünlüğü !!?!? ki var mıdır böyle bir bütünlük tam emin değilim-yakalayacağını sanmıyorum.Belki de heteroseksüel yapımdan dolayı erkeğin çıplaklığını çirkin buluyorum.Mümkünse erkekler giyinik kalsın.Bahsettiğin giysisiz düşünme ise toplumu reddetme anlamına gelir ki , ıssız bir ortamda dilediği gibi yaşayabilir insan.Kabul etmesek veya rahatsız bile olsak toplumu yadsımadığımız sürece onun bir parçasıyız ve giyinik kalmak zorundayız.Diye düşünüyorum

    YanıtlaSil
  2. elbette ki bu söylediklerine katılıyorum. yazarken tek istediğim haykırmaktı, kabullenmeden haykırmak. bu nedenle giyinmenin gerekliliğine ilişkin hiç vurgu yapmadım. sadece giynmeme istediğimi yansıttım.
    artık giyimle ilgili kümülatif öğretilerimiz var, bu kategorizasyonun yok olması için çok değişik boyutlar yaşanmalı. bunun nasıl mümkün olacağıyla iligli hiç fikrim yok. giyiniyoruz ve gruplaştırıyoruz her şeyi, hepsi o.

    YanıtlaSil
  3. Geçen gün Beşiktaş'a doğru yürürken Dolmabahçe'nin arkasında, saat 9 gibiydi. Ay ile ağaçların bütünleştiği, ben yürüdükçe birbiriyle seviştiği soğuk bir havaydı. Kolumda bir hatun, mizacı önemli olmayan. Sonra dile döktüm aklımdakileri, "neden dört duvar arasında sevişiyoruz sadece?" Gökyüzünü izleyerek, doğayla yani özüyle bütünleşerek insanlar istediğini yapabilmeli diye düşündüm, sonra argo bir cümle: "ulan köpekler bile daha şanslı bizden o konuda."
    Artık açık havada sevişmek ya birilerini kışkırtmak ya da gizli bir şeyler yapmanın verdiği hazzı yaşamakla orantılı. Vardır muhtemelen doğanın, açık havanın tadını yaşamak isteyenler de...
    Sonra ben de düşündüm, giyinmek zaten zorunlu bir şey, ister istemez üstüne bir şeyler alacaksın hayatta kalabilmek için. Benim tek karşı olduğum şey insanların istediği zaman istediği yerde çıplak olamaması.
    Umarım bir gün gelir senin anlattığın odada çıplak olmanın verdiği hissi daha gerçek şekilde tadabilirim...

    Duştan çıkmak yerine, denizden çıkmak çırılçıplak. Odanın sabit havasından ziyade, rüzgarın vücutla sevişmesi. Ve son olarak uzandığımda yere, tavandaki lambadan ziyade yıldızları izleyebilmek...

    Karşılaştırması bile zor iki farklı hazzı. Perdenin bile çekili durması gerektiğini düşünen bilinçaltının, bilinçaltındaki perdeyi kaldırmak istemesi ne şanssız bir ironidir.
    Perde de bir kıyafet, o yüzden çıplak kalmanın ilk yolu zihni soymak.
    Özetle.

    YanıtlaSil