8 Ağustos 2010 Pazar

Çarpıtılmış an'lar

     An' ı hissetmek, tam olarak nasıl  yapıldığını bilemediğimi düşündüğüm eylem. Bunu yapanların doğada yaşama fırsatı bulan kişiler olduğuna tanıklık ederken, nasıl klavyenin tuşlarına dokunurken ve suni ışıklı ekrana bakarken anı hissedebileceğimle ilgili bilgi yok zihnimde.

     Dün mesela, nargile içerken gökyüzüne baktım, baktığım yerde ağaçların yapraklarını da görebiliyordum. Başımı döndüren nargile dumanı hafif puslu kılarken baktığım yeri, ağaçların yapraklarını ve yıldızların da "doğasal" etkisiyle anı yaşadım gibi hissettim. Sonra minibüse bindiğimde tuhaf ve sinirli bakışlar, tüm gün birikmiş terlerin üzerine yeniden terleyen adamların kümülatif kokuları, kötü giysiler, kötü makyajlar ve "aliyim ablacım" diyen bir şoför varken irkildim. Burada da an "ter kokusu, sinirli bakış, kötü giyim, ablacımcı şoför"ü içeriyordu. Aslında burada anı yaşamanın önemi ne diye düşündüm, pis bir minibüsün içinde yaşamak istemiyorum ki o anın tadına varmak isteyeyim. Yine biraz kafam karışmış gibiydi. "An profesörleri"nin bunla ilgili kuramsal açıklamaları vardır eminim ama o da benim umurumda değildi.

     Pek çok şeyi detaylarına kadar hissedebiliyorum. İki uçlu duygulanımlar yaşıyorum çoğu zaman, hem de aynı konuyla ilgili. Bu ruh hastalığı gibi bir şey değil, sanmıyorum en azından, olsa da olsun zaten. Ama yorucu bir şey olduğunu biliyorum. Gel-gitler, geliş- gidişler, bazen gidişler ve dönmeyişler, nihayetinde kayboluşlar.

     Peki kaybolunca an nasıl yaşanır, karmaşık soyut bir sanat eseri gibi hissederken insan kendisini tam olarak hangi an'a odaklanacağını nasıl kestirir. Biliyorum an profesörü, şimdi şunu diyeceksin "karmaşanın kendi içindeki armonisine odaklanarak".

     Anladım profesör.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder